Okula yönelik olumsuz duygular ve nedenleri
Bir birey olarak gelişmekte olan öğrenci, hiç kuşkusuz, özellikle
zihinsel alanı başta olmak üzere gelişimin tüm alanlarında okul ile çok
yakından etkileşim halindedir. Bu etkileşimin, eğitim ve öğretim
sürecinin temeli olduğundan hiç kuşku yoktur. Bu nedenle öğrencinin
okula yönelik duyguları ve bakış açıları eğitim ve öğretimi
dolaylı/dolaysız etkileyen bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.
Esas olarak bu incelememizin konusunu da öğrencideki okula yönelik
olumsuz duygular oluşturmaktadır. Okula yönelik olumsuz duygular, eğitim
ve öğretim sürecini neredeyse durduracak kadar önemlidir. Bu nedenle
eğitimcilerin bu alanda bilgili ve kendilerini sürekli geliştirerek her
an donanımlı olmaları gereklidir. Çünkü aşağıda inceleyeceğimiz üzere
okula yönelik olumsuz duyguların denetlenebilir ve denetlenemez bir çok
nedeni oluşundan dolayı eğitimcilerin her hangi bir anda ve aşamada
karşılaşabilecekleri bir sorundur.
Teorik olarak okul, bulunduğu ülkenin yasaları ile işleyen, bu yasaların
görmeyi arzuladığı bireyleri yetiştiren, kendisi ve toplumu ile uyumlu,
bilgi ve görgü düzeyi yüksek, zihinsel ve yaşamsal sorunların çözüm
yöntemlerini öğrenmiş bireyler yetiştirmeyi hedefler. (Kepçeoğlu,
Taşdemir, Ertürk, Shretzer ve Stone, Yavuzer) Görüldüğü gibi
eğitimcilerin verdiği okul tanımı içeriği ve yapısı gereği aslında
siyasidir. Ve siyasetinin hedeflerini bağlı bulunduğu ülkenin yasaları
belirler. Her ne kadar ülkemizdeki okulların bu niteliklere ne kadar
yaklaştığı tartışılması gereken bir konu olsa da okula yönelik olumsuz
duyguların en temelinde yer alan ‘disipline edicilik’ işlevinden dolayı
okul tanımına ihtiyacımız oldu. Çünkü, doğal olarak disipline edilmek
insan için alabildiğine zor ve tepkilerle karşıladığı bir durumdur. Ve
okul, toplum ve yasalar içindeki güçlü konumu nedeniyle tercih edilen
değil mecburen gidilen bir mekan olmakla verilen karşı tepkiler zamanla
pekişmektedir.
Okula yönelik olumsuz duygular her eğitimcinin sık karşılaştığı bir
konudur. En bariz şekliyle okula gelmek istemeyen öğrenciden tutun da,
derslerde konuşarak, gezerek tüm öğrencilerin ve öğretmenlerin dikkatini
dağıtan öğrenciye kadar, hatta neredeyse sessiz bir protesto gibi hiç
konuşmayan, derslere katılmayan, hiç kimse ile arkadaşlık dahi kurmayan
öğrenciye kadar defalarca gözlenmiş ve çözülmeye yada kendi haline
bırakılmıştır.
Bu noktada gerekli olan bir açıklama vardır. Derslerde konuşan her
öğrenci, okulun tüm kurallarını hiçe sayarcasına aktif olan her öğrenci
okula karşı olumsuz duygular içinde midir? Tam tersi olarak, bazen böyle
davranışları olan öğrencilerde, okulun sosyal boyutu olan arkadaşlık
ilişkileri nedeniyle okula bağımlılıktan bahsetmek bile yerinde
olacaktır.
Yine aynı şekilde karıştırılmaması gereken bir başka durum de ‘okul
fobisi’ olarak nitelendirdiğimiz olgudur. Okul fobisi kuvvetli bir
endişe nedeni ile öğrencinin okula gitmeyi reddetmesi ya da bu konuda
isteksiz görünmesidir. (Yavuzer, 1993) Okul fobisini incelemeye
çalıştığımız olgudan ayıran kriterler vardır. Çoğu kez okul fobisi
tepkileri bedensel yakınmalarla ifade edilir ve bu fobiyi yaşayan birey
kendini evde tutma çabası içerisindedir. Bedensel yakınmalar; mide
bulantıları, karın yada baş ağrıları şeklinde olabilir. Ve en ilginci
okula gitme ‘tehdidi’ ortadan kalkınca kendiliğinden geçer. Okul fobisi
olan öğrencileri ayıran bir diğer kriter ise, okul fobisi olan
öğrencilerin okul başarılarını genelde orta düzeyde olması ve ödevleri
ile yakından ilgilenmeleridir. Ama okula yönelik olumsuz duyguları olan
öğrenciler, mesela okul kaçakları, genellikle okulu sevmezler, aynı
zamanda tembeldirler ve akademik bir amaçları yoktur (Yavuzer, 1993).
Okula yönelik olumsuz duyguları olan öğrencilerde eğer fırsatını
bulurlarsa okuldan kaçma eğilimi vardır. Derslerine karşı ilgisizdirler,
ödevlerini ise ya yapmazlar ya da son anda birsinden elde etmeye
çalışırlar. Otorite konumunda olan anne-baba, öğretmen ya da diğer
kişilerle ilişkilerinde ortaya çıkan aksamalar çoğu kez onların zeka
düzeyinden kuşkulanmamamıza yol açacak kadar barizdir. Oysa bu
öğrencilerin sorunu zeka düzeyleri ile ilgili değildir. Arkadaşlık
ilişkileri genel olarak sınıf içindeki küçük ve hareketli grupların
liderliği şeklinde olur. Eğer kendilerinden baskın bir diğer lider
varsa, onun sırdaşı ya da sağ kolu oluverirler. Akademik amaç tanımları
kişiselleşmemiştir; neden okula gelmek zorunda bırakıldıklarını
anlamamışlardır ve bu tanım çoğu kez ezberlenmiş ve üzerinde
düşünülmemiş cümlelerden oluşur.
Silah’ın araştırmasına göre: Okul rehberlik servisleri ve disiplin
kurullarından elde edinilen bilgiye göre, öğrencilerin bu alandaki tipik
uyumsuzluk davranışları şöyledir: Sinirlilik, saldırganlık, kıskançlık,
kin ve nefret, isyankar davranma, okul kurallarına uymama, okul
eşyalarına zarar verme, okuldan kaçma, devamsızlık alışkanlığı, öğretmen
ve arkadaşlarına saygısız davranma, arkadaşını dövme, sözle sarkıntılık
yada küfür etme, yalancılık, çalma gibi duygusal kökenli tepkilerdir.
Öğrencilerin çoğu bu duygusallıklarını açığa vurarak okul, aile ve
toplumsal çevre ile uyumsuzluğa düşmüşlerdir. Bir bölümü de
duygusallıklarını dışa vurmadıkları yansıtamadığı için kendi benlikleri
ile geçinemeyen güvensiz, kaygılı ve huzursuz çocuklardır (Yaşadıkça
Eğitim, Sayı 24, 1994)
Bu kadar ağır sonuçlara gebe olan okula karşı olumsuz duyguların
nedenleri neler olabilir? Hangi alanların hangi eksikleri ya da kimlerin
hangi tutumları öğrencide okula yönelik olumsuz duyguların yerleşmesine
neden olabilir?
Bu alanların ve kişilerin başında aile ve anne-baba gelmektedir. Çünkü
çocuğun yaşamındaki tüm alanların, tüm uyaranların nasıl algılanması
gerektiği eğitimin ilk verildiği yer ailedir. Her çocuk okula geldiği
zaman aile ortamının izlerini taşır. Okul, eğitim ve öğretim görevlerini
yerine getirirken aile ortamının çocuk üzerindeki etkilerine dayanmak
ev onlardan hareket etmek zorundadır. Aile ortamının çocuk üzerindeki
etkisi okulun eğitim anlayışına uygun olabilir yada tam tersi okul
tarafından istenmeyen türde olabilir (Oktay, 1993).
Oktay’ın da temas ettiği gibi, ailenin okula yönelik bakış açısı, çocuk
üzerinde ailenin sosyo-ekonomik yada eğitim düzeyinden çok daha
etkilidir. Bu nedenle okula yönelik olumsuz duygular içindeki öğrenciyi
anlamanın ilk ve temel koşulu ailenin eğitim kurumuna yaklaşımını
anlamakla başlayacaktır. Ailenin eğitim kurumuna yönelik bakış açısı,
ülkemizde yasal bir zorunluluk olan ilköğretim eğitimi sürecinde bariz
şekilde gözlenebilmektedir. Ailenin, alınacak eğitimin yararına ve
eğitim kurumunun doğruluğuna ilişkin yargıları öğrencide olumlu yada
olumsuz duyguları başlatacak, ortaya çıkaracak yada pekiştirecektir.
Yavuzer’in araştırması bu konuya getireceği netlik açısından önemlidir.
Bu araştırma 335 ilköğretim 5. Sınıf öğrencisi üzerinde yapılmıştır.
Araştırma bulgularına göre, okulda başarısı düşük öğrencilerin %45’inin
annesi, %21’inin de babası hiç eğitim almamıştır. Buna karşılık okulda
başarılı olan öğrencilerin ise annelerinin %18!i, babalarının da %8’i
hiç eğitim almamıştır. Silah’ın araştırma sonuçlarına göre ise; okula
yönelik olumsuz duyguları olan öğrencilerin uyumlarını güçleştiren
etmenlerin %36.8’i aile ve diğer sosyal çevreden kaynaklanmaktadır.
Silah bu etmenleri şu şekilde sıralamıştır:
- Ailenin eğitim düzeyinin düşük oluşu
- Ailenin ekonomik düzeyinin çok düşük oluşu
- Evde sağlıklı çalışma ortamının olmayışı
- Ailenin fazla baskı yapması
- Aile ortamı huzursuzluğu, aile geçimsizliği
- Ailenin, çocuğu okul dışında çalışmaya zorlaması
- Ailenin çocuğun eğitimine ilgisiz kalması
- Evin okula uzaklığı
- Ailenin çocuğu okutmak niyetinde olmayışı
Bu etmenler farklı araştırmacılar tarafından farklı şekillerde tasnif
edilmiştir. Ama temel olarak bu sınıflamalarda ortak olan nokta, ailenin
öğrenciye yaklaşımının ve öğrencinin aldığı eğitimin gerekliliğine olan
inancının ve eğitim kurumuna duyduğu güvenin öğrenciyi direk olarak
etkilediğidir. Bu durumda okul yönetimlerinin ve rehberlik servislerinin
bu konuya ciddi ve programlı bir şekilde eğilmeleri kaçınılmaz
olacaktır. Rehberlik servisleri aracılığı ile aile ve yapısı tanınarak
gerekli işbirliğine gidilmeli ve öğrencideki aileden kaynaklanan okula
yönelik olumsuz duygular oluşturucu etmenler aşılmaya çalışılmalıdır.
Okula yönelik olumsuz duygulara kaynaklık eden ikinci önemli etmen ise,
eğitim kurumu kaynaklıdır. Okulun idari yapısı, öğretmenlerin ders içi
ve ders dışı tutumları, derslerin işleniş biçim ve araç-gereç zenginliği
de okula yönelik olumsuz duygular oluşturacak yapıda olabilir. Yine de
okulun fiziki özelliklerinden çok okulda uygulanan eğitim sisteminin
daha baskın olduğunu gösteren araştırmaların sayısı oldukça fazladır.
Her öğrencinin aynı şekilde eğitim görmesini gerektiren bir program,
öğrencinin bireysel özelliklerini dikkate alamaz. Ülkemizde uygulanmakta
olan öğretim “ortak öğretim sistemine” göre hazırlanmış, bir başka
deyişle orta düzeydeki öğrencinin kapasitesi ölçüt alınarak düzenlenmiş
bulunmaktadır. Dolayısı ile dersler bazı öğrencilere güç, bazı
öğrencilere kolay gelmektedir. Bunun sonucu olarak da bir bölümü hayal
kırıklığına uğrarken bir bölümü de tembelliğe alışmaktadır (Yavuzer,
1993)
Uzmanlar, ilgi ve yeteneği doğrultusunda öğretim gören çocukların,
eğitim alanında başarılı ve kişisel uyumlarının da yerinde olduğu
görüşündedirler. Hatta onların görüşleri formal öğretim çalışmaları
dışında, özel ilgi ve yeteneklerini doyuma ulaştıran informal uğraşlar
bulan çocukların öğretim yaşantılarında daha başarılı ve uyumlu
oldukları yönündedir (Silah, 1992).
Ülkemizde tek merkezli yönetim ve bu sisteme uygun kitleler yetiştirme
politikaları nedeniyle daha uzun zaman bu sorun çözüleceğe benzemiyor
kanaatindeyiz. Vatandaşına neredeyse paranoyak bir içgüdü ile saldıran
anlayışın kendi varlığının devamı için gerekli gördüğü vatandaşına
yaklaşımı eğitim alanında ciddi sıkıntılara neden olmaktadır. Eğitim
müfredatları çoğu kez en ilgili öğrenciyi dahi eğitimsiz kalmaya gönüllü
edecek derecede yüklü ve yaşamın alanlarında pratik bir ifade bulamasa
bile yetiştirilmeye çalışılan ideolojik zihniyet için fazlası ile
yanlıdır. Üstelik kullanılan yöntemin tartışma ve paylaşımdan ziyade “bu
böyledir” şeklindeki dayatması da ayrı bir sorun olarak ele
alınmalıdır.
Silah, eğitim ve okul kaynaklı sorunların öğrencide olumsuz duygulara
kaynak oluş oranını %51.3 olarak vermektedir ve doğal olarak bu rakam
cidden oldukça yüksektir. Bu sorunları Silah şu şekilde tasnif etmiştir:
- Öğretmenlerin ve yöneticilerin öğrenciyi tanıyamaması
- Öğretim programlarının ağır oluşu
- Öğretimde deney ve uygulamaya yer verilmeyişi
- Derslerin ilgi çekici hale getirilmeyişi
- Sınıfların kalabalık ve gürültülü oluşu
- Okul ders araçlarının yetersiz oluşu
- Öğretmenlerin öğretim yöntemlerinin yetersiz oluşu
- Okulun ısı, temizlik ve sağlık koşullarının yeterli olmayışı
- Öğretmenlerin sayı ve nitelik yetersizliği
- Okulun cezalandırma yöntemlerinin çok katı oluşu
Okula yönelik olumsuz duygulara kaynaklık edebilecek bir diğer alan da
öğrencinin kendisidir. Öğrencinin içinde bulunduğu dönem (ergenlik, okul
değiştirme, hastalıklar, ilişkilerinin algılanış biçimi vs.),
öğrencinin eğitime yaklaşımı, eğitim kurumunu nasıl algıladığı da okula
yönelik olumsuz duygulara kaynaklık edebilecektir. Silah araştırmasında
öğrenci kaynaklı sorunların oranını %11.9 olarak vermektedir. Silah
öğrenci kaynaklı sorunları şu şekilde tasnif etmiştir:
- Gelecek için kararsızlık ve psikolojik danışma ihtiyacı içinde olma
- Yüksek öğretim yapamama korkusu
- Sınıfta kalma korkusu
- Öğrencinin kendine güven duymayışı
- Yeni durumlara uyun güçlüğü
- Yeterince zeki ya da yetenekli olmayış
- Heyecansal kişilik yapısında oluş
- Çok çekingen bir kişilik yapısında olma
- Sıkıntı ve bunalım içinde oluş
- Aşırı alıngan bir kişilik yapısına sahip olma
- Sağlık koşullarına uygun iyi beslenememe
- Önemli sağlık sorunlarının oluşu
- Çok sinirli ve kendini kontrol gücünden yoksun oluş
- Özürlü yada çirkin oluş
- Diğer duygusal kompleks ve saplantılar
Sonuç olarak; okula yönelik olumsuz duygular tüm öğrencilerde zaman
zaman görülebilen ve çeşitli nedenleri olan bir olgudur. Bu olgu ile
karşılaşan anne-baba, eğitmen ve idarecilerin duygusallığa kapılmadan
mantıklı çözümler aramaları gerekmektedir. Hiç kuşku yok ki, çözüm
aşaması ne anne-babaların, ne eğitmenlerin ne de idarecilerin tek başına
aşabilecekleri bir basamak değildir. Rehberlik servisleri aracılığı ile
sağlanacak entegrasyon diğer sorun alanlarının çözümünde gerekli olduğu
gibi bu alanda da şarttır.
Bu yönde okulların önemli eksikleri vardır. Okullarımızda öğrenciyi
tanımayı, problemlerine tanı koyarak çözümleyip ilgi ve yetenekleri
doğrultusunda yöneltmeyi amaçlayan eğitsel çalışmalara ve psikolojik
yardım hizmetlerine işlerlik kazandırılmalıdır (Silah, 1992).
Bu hedeflere varabilmek için de okullarda eğitim hizmetlerinin
niteliklerinin arttırılması, en önemlisi çağdaş ve bilimsel eğitim
metotlarının okula girişi ve öğretmen ve idarecilerden başlanarak tüm
eğitim elemanlarının zihniyetlerini yenilemeleri gerekecektir. Ancak
böylelikle eğitilmeleri gibi zor bir işi başarmalarını beklediğimiz
öğrencilerdeki gerginlik ve okula yönelik olumsuz duyguları anlayabilir
ve çözüm yolunda kalıcı adımlar atabiliriz.
Hazırlayan:
Mahmut Şefik NİL
KAYNAKLAR
YAVUZER, Haluk. Çocuk Psikolojisi, 1993, İstanbul
KEPÇEOĞLU, Muharrem. Psikolojik Danışma ve Rehberlik, 1986, İstanbul
TAŞDEMİR, Mehmet. Birleştirilmiş Sınıflarda Eğitim, 1997, Kırşehir
YILMAZ, Mustafa. Eğitim ve Bilim, 1989, Ankara
YÖRÜKOĞLU, Atalay. Gençliğin Eğitimi, 1986, Ankara
YÖRÜKOĞLU, Atalay. Gençlik Çağı, 1986, Ankara
ÖZGÜNEL, Sevgi. İlkokulun İlk Günlerinde Çocuk, Yaşadıkça Eğitim, Sayı 24
SİLAH, Mehmet. Diyarbakır İl Merkezi Orta Öğretim Okullarında Eğitim
sorunlarının, Öğrenci Başarısı, Zihinsel Yetenek ve Kişisel Uyuma
Yansıyan sonuçları, Yaşadıkça Eğitim, Sayı: 24
OKTAY, Ayla. Okul Ortamı ve Veli Öğretmen İlişkisinin Okul Başarısına Etkisi, Yaşadıkça Eğitim, Sayı: 30
TUZCUOĞLU, Necla. İlköğretimde Rehberlik, Yaşadıkça Eğitim, Sayı:30